DOLAR

39,8623

0.04%
EURO

47,2429

0.2%
ALTIN(gr)

4.274,51

-0,02%
BİST 100

10080.35

-0,02%

En Yeni ve En Doğru Haberler

DOLAR 39,86 0.04%
BIST 10.080,351,33
EURO 47,24 0.2%
ALTIN 4,27-0,02%
BITCOIN 4226124-1,04%
25°C
İMSAK'A 02 00
YAZARLARIMIZIN KALEMİNDEN a

UYAN HATIRLA UNUTMA

Birlikte Düşünelim; buyurun... Her din, görünürde Tanrı’dan söz eder; ama özünde insanı arar... Çünkü insan, varoluşunun merkezinde bir yarılma yaşar. Nasıl mı? Doğar ama niçin doğduğunu bilmez, ölür ama nereye gideceğini kestiremez. İşte bu bilinmezlik, yalnızca bir cehalet değil, bir yaradır! Ve dinler, bu yarayı taşıyan varlığa, yani insana, "Sen yalnızca et ve kemikten ibaret değilsin" demek için konuşurlar. İnsan, bir düşünürün de dediği gibi, "Tanrı’yı arayan bir bedendir." Onun ıstırabı, sadece maddî yoksunluktan değil, anlamın yoksulluğundandır. Dinler, bu anlam kıtlığında bir yağmur duası gibidir. Augustinus, Tanrı'yı kendi iç dünyasında ararken şunu demiş: "Geç kaldım seni sevmekte, içimde olan ey güzellik!" Bu geç kalışa hangimiz yakalanmadık? Ya da hala ne kadar farkındayız? İnsanın en kadim çelişkisidir desem yanlış olmaz herhalde! Zira insan, kendi içine en son uğrayandır. Dinlerin bu yüzden ilk sözü hep uyarıdır. Kur'an'da bu bağlamda adeta haykırır: "Uyan", "Dön", "Hatırla", "Unutma".

AKIL VE İMAN

Akıl ve İman: İnsanlık Tarihinin Derin Diyalektiği İnsanlık tarihi, akıl ile Tanrı arasındaki ilişkiyi anlamak adına sayısız akım ve düşünce geliştirmiştir. Bu iki kavram arasındaki gerilim, insanın evreni anlama çabasının en temel unsurlarından birini oluşturur. İnsan aklı, şu an benzer bir şekilde sizinle iletişim kurabildiğim bir yapıyı dahi ortaya koyabilecek kadar muazzam bir güçtür. Fakat aynı akıl, nihayetinde insanın varoluşunu anlamakta ve Tanrı’yı kavramakta yetersizdir. Burada, insanın akıl ve iman arasında yaşadığı sürekli salınım, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde önemli sonuçlar doğurur. Akıl, bilimsel ve mantıksal düzlemde sınırlarını zorlarken, iman, insanı duyusal algının ötesine taşıyan bir ruhsal boyut sunar. Fakat bu iki kavram arasında doğru bir denge kurmak, 21. yüzyıl insanının karşılaştığı en büyük entelektüel sorulardan birini teşkil etmektedir. Akıl ve İman Arasındaki Zıtlık mı, Tamamlayıcılık mı? Yüzyıllardır akıl ile iman arasındaki ilişkiyi anlamaya yönelik düşünceler arasında bir zıtlık egemen olmuştur. Ancak bu düşünceler daha derinlemesine incelediğinde, akıl ve iman arasındaki ilişkiyi bir çatışma değil, birbirini tamamlayan bir dinamik olarak görmek mümkündür. Felsefe tarihinde, özellikle Batı düşüncesinde, akıl çoğu zaman imanla karşı karşıya getirilmiş ve birbirlerinden bağımsız olarak değerlendirilmiştir. Aydınlanma dönemi akılcı düşüncenin egemen olduğu bir dönemdir ve burada bilimsel akıl ile dini öğretiler arasında net bir ayrım yapılmıştır. Akıl, insanın bilimsel yöntemlerle gerçeği kavrayabileceğini savunurken, din ve iman genellikle "irrasyonel" ve "gerçekdışı" olarak kabul edilmiştir. Ancak bu görüş, insanın varlık ve anlam arayışına dair sınırlı bir bakış açısını yansıtmaktadır. İnsan aklı, bilinen fiziksel dünyayı çözümleyip anlamlandırırken, varlık, anlam ve amaç sorularını sadece duyusal algılarla yanıtlayamaz. Akıl, insanı dünyanın yüzeyine çekerken, iman, insanın ruhsal derinliklerine inmeyi sağlar. Akıl, insanı yalnızca geçici bir dünyada bilgiyle donatırken, iman ona sonsuzlukla buluşma ve anlam arayışı sunar. İkbal’in de ifade ettiği gibi, akıl ve iman birbirine zıt değil, birbirini tamamlayan birer ögedir. İkbal, insanın yaratıcı gücünü, bu iki öğe arasındaki gerilimden doğan yaratıcı potansiyelden çıkardığını savunur. Bu gerilim, insanı daha derin bir anlam arayışına sevk eder. Akıl ve İman: Birbirini Tamamlayan Boyutlar Akıl ve iman, insanın varlık anlayışını derinleştirir ve genişletir. Akıl, bilimsel keşifler ve mantıklı düşünme yoluyla insanı dünyayı anlamaya yönlendirirken, iman, insanın manevi ve metafiziksel boyutlarını keşfetmesine yardımcı olur. Akıl, insanın mevcut durumu ve çevresini anlamasına olanak verirken, iman ise insanı aşkın gerçeğe yönlendirir. Akıl, insanı fiziksel gerçeklikle sınırlı bir biçimde yönlendirirken, iman, insanı sonsuzlukla buluşturan bir yol açar. Akıl, insanı kendi varlığını ve çevresini daha derinlemesine sorgulamaya sevk ederken, iman, bu sorgulamaya anlam, huzur ve güven duygusu ekler. İkbal’in felsefesinde, akıl ve iman arasındaki gerilim, bir yaratıcı dinamizm olarak değerlendirilir. Akıl, insanı dünyadaki gerçekliklerle tanıştırırken, iman insanın ötesini, bilinmeyeni ve kutsalı anlamasına yol açar. İkbal, özellikle şairlik ve filozoflukta bu iki öğenin birbiriyle nasıl yaratıcı bir diyalektik oluşturduğunu savunur. Akıl, sınırlı fakat güçlü bir güç olarak insanı düşünmeye iterken, iman, akıl ile erişilemeyen alanlara ulaşmayı mümkün kılar. Öte yandan, Batı düşüncesinin önemli figürlerinden biri olan Friedrich Schleiermacher, akıl ile iman arasındaki ilişkinin yalnızca zıtlık olmadığını, aksine iman için aklın bir zemin sunduğunu belirtir. Schleiermacher’a göre, dinin özünü anlamak için insan aklı gerekli bir araçtır, ancak akıl tek başına yeterli değildir. Aklın, ruhsal deneyimleri ve metafiziksel gerçeği anlamakta sınırlı olduğunu kabul eder. Din, bir insanın içsel derinliğine hitap ederken, akıl bu derinliği anlamak için bir araçtır. Akıl ve İman: 21. Yüzyılda Yeni Bir Perspektif yüzyıl insanı, akıl ile iman arasındaki gerilimi farklı bir düzlemde yaşıyor. Teknolojinin ve bilimsel keşiflerin hızla ilerlemesi, insanın fiziksel dünyayı anlamasında aklı ön plana çıkarmaktadır. Ancak bu, insanın varoluşsal soruları ve içsel arayışları için eksik bir çözümdür. Akıl, insanın dış dünyayı ve kendisini anlamasında mükemmel bir araçken, ruhsal ve metafiziksel sorulara yanıtlar bulmada yetersiz kalmaktadır. Bu noktada iman devreye girer ve insanın içsel huzuru ve anlam arayışını besler. Bugün, hem Batı hem de Doğu düşüncesinde akıl ve iman arasındaki dengeyi kurma gerekliliği büyüktür. İslam dünyasında da, özellikle İslam filozofları ve mutasavvıfları, akıl ile iman arasındaki ilişkiyi çözümlemeye yönelik önemli düşünceler geliştirmiştir. Felsefi İslam düşüncesi, akıl ve iman arasındaki dengenin nasıl kurulabileceğine dair önemli ipuçları sunar. İslam’da akıl, insanın Tanrı’yı ve evreni anlamasındaki temel araçtır. Ancak akıl, Tanrı’nın varlığını ve sıfatlarını tam anlamakta yetersizdir; burada iman, insanı daha yüksek bir bilgiye ve evrensel anlam arayışına yönlendirir. Sonuç: Akıl ve İman Arasında Yaratıcı Bir Diyalektik İnsanlık tarihi, akıl ve iman arasındaki gerilimi zaman zaman bir çatışma olarak, zaman zaman ise bir uyum olarak ele almıştır. Ancak derinlemesine bakıldığında, bu iki öğe birbirini tamamlayan değil, birbirini besleyen bir ilişki içindedir. Akıl, insanı dünyevi gerçekliklere yönlendirirken, iman insanı aşkın gerçeğe taşır. Akıl ve iman arasındaki dinamik, insanın içsel ve dışsal dünyasında yaratıcı bir etkileşim yaratır. İkbal ve Schleiermacher gibi düşünürlerin söz konusu ilişkideki derin anlayışları, bu gerilimin insanın yaratıcı potansiyelini nasıl ortaya koyduğunu gösterir. 21. yüzyıl insanı, akıl ve iman arasındaki dengeyi kurmak zorundadır; çünkü akıl, insanı yalnızca somut gerçekliklere taşırken, iman ona içsel anlam, huzur ve hedef sunar. Bu dengeyi kurmak, insanın varoluşsal sorularına daha derin ve tatmin edici yanıtlar bulmasını sağlayacaktır. Sonuç olarak, akıl ve iman arasındaki ilişkiyi bir çatışma olarak görmek yerine, birbirini tamamlayan, insanın varlık ve anlam arayışına ivme kazandıran bir diyalektik olarak ele almak, 21. yüzyıl insanının içsel evrimini mümkün kılacaktır. Bu dengeyi sağlamak, insanın yalnızca dünyayı anlamasını değil, aynı zamanda Tanrı’yı, evreni ve kendisini anlamasını sağlayan bir anahtar olacaktır. AYŞE SUCU İlahiyatçı/Edebiyatçı/Yazar

GELİN BİRLİKTE DÜŞÜNELİM!

Gelin birlikte düşünelim; buyurun… Her gün onlarca kez okunan Fâtiha, çoğu Müslümanın zihninde sıradanlaşmış, dilde tekrarın alışkanlığına dönüşmüştür. Oysa bu sûre, yüzeysel bir dua değil, teolojik, kozmolojik ve ahlâkî bir dünya tasavvurunun özüdür. Yedi ayetlik bu metin, hem İslam’ın temel inşa taşlarını hem de insanlığın müşterek metafizik mirasını yansıtır. Nasıl mı? Birlikte yürüyelim. -Elhamdülillâh: Kudretin ve varoluşun mutlak merciine yönelen bu övgü, insanı her türlü sahte kutsaldan özgürleştirir. (sahte kutsalllardan(!) ne kadar uzağız?) -Rabbü’l-âlemîn: Allah’ın yalnızca bir kavmin değil, bütün varlık âleminin Rabbi oluşu; evrensel, kapsayıcı ve şefkatli bir tanrı tasavvurudur. (ne kadar kuşatıcı bir imana sahibiz?) -Rahmân ve Rahîm: Tanrı’nın özü rahmettir; kapsayıcı (rahmân) ve özel (rahîm) yönleriyle sevgi merkezli bir ontolojiyi önerir. (hoşgörü ve sevgi mi hükmünü sürdürüyor, yoksa?!) -Din Günü’nün Sahibi: Varlığın teleolojik (amaçlı) yönü, insanın hem bireysel hem tarihsel sorumluluğunu hatırlatır. (ne kadar farkındayız) -Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım dileriz: İnsanın acz içinde teslimiyeti; aynı zamanda dünyevî otoritelere karşı özgürleşmenin metafizik temelidir. -Sırât-ı müstakîm: Hakikat, tutarlılık ve ahlâkî istikamet arayışının sembolüdür. Her dinî ve ahlaki öğretinin çekirdeğinde yer alır. -Nimet verilenlerin yolu, sapmışların değil: Ahlâkî hafıza ve tarihsel bilinç çağrısıdır. İnsan yalnız birey değil, kolektif sorumluluğun taşıyıcısıdır. Bu yedi temel ilke; varlık, bilgi, değer ve eylem alanlarını kuşatır. Sadece İslam’da değil, tüm kadim hikmet geleneklerinde yankısını bulur. Ancak bu kadar yoğun ve dönüştürücü bir sûrenin, milyonlarca insan tarafından her gün tekrar edilmesine rağmen yaşamın kıyısında bile hissedilmemesi, üzerinde durulması gereken derin bir çelişkidir!!. Tevhid diliyle mezhepçilik (!), rahmet vurgusuyla şiddet söylemi (!), istikamet arzusuyla tarihî savrulmalar (!) yan yana yürümektedir . O hâlde sormak gerekir: Dilimizde taşıyıp da hayatımızda taşımadığımız bu sûrenin aynasında, gerçekten neyi ve kimi görmekteyiz? Fatiha ne kadar hayatımızda? Düşünmek ve sorgulamak ibadettir… AYŞE SUCU İlahiyatçı/Edebiyatçı/Yazar

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.